ABTTF
TR
HABER BÜLTENİMİZE KAYIT OLUN Bülten İcon
Batı Trakya

Batı Trakya Yunan Basınından Haberler

11.12.2006
Antifonitis – Gümülcine

6 Aralık 2006

SOYSAL: İNSAN HAKLARI TELLALI!


Bu da oldu! Derin devletçi, Denktaş'ın gizli danışmanı, Yunan düşmanı Anayasa Profesörü (ve eski Dışişleri Bakanı) Mümtaz Soysal, Yunan Trakyası'na gelerek bizi gerçekler konsunda aydınlattı! Bu arada bizi derken, bizim gibi Türkçe bilen birkaç Hristiyanı ve toplantı salonunda bulunan 500 kadar Müslümanı kastediyorum. Toplantıya katılan ve Türkçe bilmeyen diğer Yunanlılara (10-20 kadar) gelince, Azınlık Yüksek Tahsilliler Derneğinin bir tercüman bulundurmayı öngörmediğini belirtelim.

Sayın Profesör dört saat boyunca Türk tezlerini, Türklerin ve Yunanlıların birlikte yaşamaları olaylarını da işin içine katarak öyle bir anlattı ki, konuşanın kim olduğunu bilmesek, az daha Türk-Yunan dostluğunun bir mücadelecisi zannedecektik. Esasen kendisi de bitirme tezine değinerek kendini öyle gösterdi.

Ancak konu bugünkü önemli meselelere gelince, bilinen Türk tezlerini yineledi: başka bir statüye neden olacağından dolayı Patrikhanenin Ekümenikliğine hayır; Türk eğitim sistemine dahil olmadığı sürece Heybeliada Ruhban Okulu'na hayır, Müftülerin (Batı) Trakya'da seçilmelerine evet, Türkiye'de seçilmelerine hayır vs. vs. Tabii bu arada kendi kimliğini tayin etme konusunda vermiş olduğu Pomak örneği şaşkınlık yarattı.

Biz ise toplantıya katılmamızın sadece dekoratif bir amaç uğruna olmadığını gösterdik. Konuşmacıya sadece cevap versin diye değil, aynı zamanda Yunan tezlerini pek seyrek dinleyen dinleyici kitlesi de bazı şeyleri duysun diye birkaç soru sorduk. Sorduğumzu sorular şunlardı:

Her şeyden önce, Denktaş'ın danışmanı bir Anayasa Hukuku Profesörü olarak İşgal Altındaki Kıbrıs'ın “Anayasası” tarafından, Polis ve Emniyet güçlerinin başının bir Türk subayı olmasının öngörülmesini nasıl yorumluyor? “Lefkoşa'daki Türk Büyükelçiliğinin kavasının bile Başbakan atayabileceği” sözlerini nasıl yorumluyor? Kendisine işgal altındaki Kıbrıs'taki kiliselerin aksine, burada yıkılan ya da ahır yapılan camiler görüp görmediğini, Yunan Trakyası'nda ondan fazla Türkçe gazete ve çok sayıda Türkçe radyo istasyonu olduğu halde, Denktaş yönetimine karşı çıkan eski “Avrupa” yeni “Afrika” gazetesi ve Levent Şener'e olduğu gibi dayak ve tehdit olayları tespit edip etmediğini sorduk.

Bunun yanında, Soysal, Varşova'da yapılan AGİT İnsani Boyut toplantısına katılanlardan biri olduğundan dolayı Türkiye'nin AB'ye üye adayı olmasından iki yıl sonra bugün İstanbullular Derneği'nin ve Ekümenik Patrikhanenin malvarlıklarından, Büyükada Yetimhanesine kadar mülklerin ve insan haklarının ihllaleri konusunu da sorduk. Her iki azınlığın kaderleri birbirine bağlı olduğundan dolayı bu konuları kabul edip etmediğini sorduk.

Ayrıca Gökçeada ve Bozcaada'nın özel bir statüsü olması gerektiğini, bu adalarda askeri birliklerin olmaması gerektiğini, ancak buna rağmen bu hükümlerin uygulanmadığını, burada aksine açık hava cezaevi yapıldığını, (Batı) Trakya'daki azınlık okullarında Türkçe dersleri olmasının yanında, yakında devlet okullarına da Türkçe dersinin koyulacağını belirttik ve bunların hangi karşılıklılık ilkesine sığdığını sorduk. Peki bu sorularımıza ne gibi cevaplar aldık?

İşgal altındaki topraklardaki “Anyasa'nın” böyle öngörmesinin sebebi, adada henüz barış anlaşması olmaması ve bu nedenden dolayı Türk Ordusunun orada bulunmasıymış. Gazeteciler ve camilere karşı bir şeyler olduğunu duymamış, olmuş da olabilrmiş, olmamış da... Yunanistan'ın 1930 yılında hava sahasının genişletmesi, Gökçeada'daki durumu değiştirmişmiş! Türkiye'deki gayrı-müslim azınlıkların şikayetleri konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi mahkemeler varmış. Tabii, bu son söylediğinde haksız olduğunu söyleyemeyiz. Bizimkiler (Gökçeadalılar ve İstanbullular) duydular mı acaba?!

Aslında Ekselansları Profesöre soracağımız başka sorular da vardı: Örneğin Yanlıoğlu'nu kim işgal altındaki topraklara diyanetten sorumlu kişi olarak atadı? Türkiye'de şimdiye dek herhangi bir Müftü ya da Vakıf idarecisi seçimle işbaşına geldi mi?

Kıbrıs AB üyesiyken, Türk Ordusunun 40 bin askerinin işgal altındaki Kıbrıs topraklarında olmalarının sebebi nedir? Kimi kimden korumaktadırlar? Hürriyet gazetesinin önemli yazarlarından Oktay Ekşi, adıgeçen gazetenin 29 Eylül 2006 tarihli sayısında yer alan yazısında Türkiye'nin karşılıklılık ilkesine değinerek vakıf mülkleri hakkındaki yasasıyla ilgili olumsuz yorumlarda bulunuyor ve bu yasanın Türkiye'nin en büyük utancı olduğunu vurguluyordu.

Üstelik (Batı) Trakya'daki vakıfların tümünün değeri, İstanbul'daki bir bina değerindedir. Beş üyesinden ikisinin imam olduğu (Batı) Trakya'daki Vakıf İdare Heyeti geçtiğimiz günlerde yıllık bilançolarını açıkladı ve kimse de kalkıp buna itiraz etmedi. Resmen kimse bunlara itiraz etmezken, o zaman neden bu idare şekline bu kadar itiraz ediliyor vs vs...

Evet, Mümtaz Soysal'ın ziyareti böyle geldi ve geçti... Bu arada Dışişleri Bakanlığımızın yılmaz tutumu sayesinde bir sürü başka Türk yetkilinin bölgemizi ziyaret etmesi bekleniyor. Sakın ola ki endişelenmeyin! Her ziyaretleri, (Batı) Trakya “Müslüman” azınlığı hakkındaki açıklamalarımızla karşılaşacak, onları yerden yere vuracağız...




Adesmefti - İskeçe

6 Aralık 2006

AZINLIKLAR HAKKINDA BAŞKALARI KONUŞUYOR


AB Türkiye'ye karşı tutumunu setleştirdiğinde, ABD Dışişleri derhal Yunanistan aleyhine “bayağı” oyunlarına başlıyor. Vaşington kendi haline bakmaksızın “azınlık” konularını kaşıdı ve Yunanistan aleyhine görülmemiş bir saldırı başlattı.

Bu da yetmezmiş gibi ABD'nin Atina Maslahatgüzarı Countryman kendi “lugatlerinde” olmayan ve Yunanca bir kelime olan “azınlık” (minority) kelimesi hakkında ABD'nin bu kelimeyi farklı yorumladığını söyleyip, bize azınlık dersi veriyor. ABD'nin Yunanistan'a karşı başlattığı saldırı bununla da sınırlı kalmıyor ve Yunanlılarla Kıbrıs Rumlarının direncini kırıp, Türkiye'nin AB'ye girebilmesi için devam ediyor.

Öte yandan ABD Dışişleri “Makedonların etnik kökeni” konusunu da kaşıdı. Atina'nın kalbinde, Atina Günlük Gazeteler Çalışanları Birliği (ESİEA) binasında “Makedonca” kitabı tanıtıldı. Bu da mı tesadüf? Eski dostum olan ESİEA Başkanı Panos Sombolos'un bu konuyu enine boyuna araştırması gerekir. Bu arada sakın biri kalkıp da “Uranio Tokso'nun” (Gökkuşağı) AB tarafından resmen tanınan bir parti olduğunu söylemesin!

Bu arada Bulgar, Slav ve Yunanca kelimeler çorbası olan “Makedonca'yı” Bulgarların bile tanımadıklarını belirtelim!

Bütün bunlardan sonra aslında var olmayan “Makedon etnik azınlığı ve dili” konusunda bazı “ilgililer” “yanıp tutuşuyorlar” o başka bir mesele...

G. Fotiadis




Hronos – Gümülcine

6 Aralık 2006

“GÜNDEM” GAZETESİNDEN TEHDİTLER


- “Yunanistan'ın bir kuzu olarak gördüğü bu sakin azınlık bir gün belki aslan kesilir; azınlık patlamazsa, Türkiye patlar...”

- Lozan Antlaşması'nın karşılıklılık ilkesini Türk emelleri ve Ankara'nın planlarına göre yorumlayan azınlık ekstremistlerinin gizli arzularını gösteren bir yazı daha...

Gümülcine'de Türkçe yayımlanan “Gündem” gazetesinin 1 Aralık 2006 tarihli sayısında, eski Türk Dışişleri Bakanı Mümtaz Soysal'ın (Batı) Trakya ziyaretiyle ilgili oldukça ilginç bir haber yer alıyor.

Sözkonusu haberin başlığından da anlaşılacağı gibi, Yunanistan, Müslüman azınlığı kuzu gibi görüyor ve azınlığın da işi nereye götüreceği anlaşılıyor. Bu sonsuza kadar devam etmeyecek, azınlık belki bir gün aslan kesilecek, ancak şimdi kuzu kuzu duruyor. Belki de patladığını göreceğiniz gün gelecektir.

Ve sonunda da Türkiye öcüsünü gösteren final geliyor: “Eğer buradaki azınlık patlamazsa, o zaman belki de Türkiye patlar.”

Gündem gazetesinin 1 Aralık 2006 tarihli sayısında yer alan sözkonusu haberinin metni ekte sunulmaktadır.




Hronos – Gümülcine

7 Aralık 2006


Türkçe yayımlanan “Gündem” gazetesi, Müslüman azınlığın en ufak bir şikayeti olmasın diye elinden geleni yapan ülkesi Yunanistan'a karşı dayılanıyor ve esip yağıyor. Bu nankörlük ve görünenlere göre (Batı) Trakya'daki borazanlarının düşünceleriyle bayram eden Ankara'nın değişmez çizgisi, bizim sakin ve ciddi bir şekilde düşünmemize müsaade etmiyor.

Dolayısıyla durum günden güne bayağılaşıyor ve Yunanistan'ın halim selim kuzu addettiği bu azınlığın gün gelip patlayacağı, ya da o patlamazsa Türkiye'nin patlayacağı gibi gizli arzuları üreten kişiler rezil rüsva ve maskara oluyorlar.

Aferin kardeşler! Yunanistan azınlığın nasıl davrandığını ve nasıl faaliyet gösterdiğini görüyor; bunun yanında vatandaşlarımız da azınlığın kendisini misafir eden ülkeye karşı kabul edilemez bir tavır takınmasının farkındalar.

Yunanistan, ak koyunlar olduğu gibi, kara koyunlar olduğunu da biliyor. Bunlar ise halim selim kuzular değil, kuzu postuna bürünmüş kötü bozkurtlardır. Diyeceğimiz, 72 milyon nüfuslu ve 65 azınlık ve milletten oluşan, aslında bir korkuluk, tahta ayaklı bir kukla olan ve üfürseniz eğilecek Türkiye'nin borazanlarının ikide bir lafını ettikleri öcü, Yunanlıları korkutmuyor.

Bu arada kardeşlerimiz filler tepişirken, çimenlerin ezildiğini unutmasınlar; burada çimenlerden kastımız da insanlar, evler tarla - torba, mal - mülktür. Koruyucular Yunanistan'ı kimin sevdiği ve kimin kuyusunu kazdığı ve kötülüğünü istediğini bildiklerinden dolayı öyle dayılanmasınlar!




Paratiritis – Gümülcine

7 Aralık 2006

1 Aralık 2006 günü İskeçe'de düzenlenen "Yargıç Olarak Müftü" konulu panelin konuşmacılarından Nikos Alivizatos ile yapılan mülakat


-Soru: Bölgenin Şer'i Mahkemelerinin İslam Hukukunu uygulamaları doğru mu?

- Nikos Alivizatos: Bu uygulamalar nedeniyle kadın hakları ve çocuk hakları gibi Yunan Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından koruma altına alınan ciddi temel haklar ihlal edilmektedir. Bunun yanında özel hayat ve kendimizi insan olarak tanımlama hakkımızla ilgili haklar da ihlal edilmektedir.

-Soru: Yunan Mahkemelerinin ne yapmaları gerekir?

-Alivizatos: Yunan yargısı, Anayasa'ya aykırı olan yasalara değil, Anayasa ve yasalara tabidir. Avrupa Sözleşmesine ve Anayasa'ya aykırı olduğuna kanaat getirdiği konuları kabul etmesi konusunda kimse onu zorlayamaz.

-Soru: Peki o zaman bunu neden yapıyor?

-Alivizatos: Size bu konuda cevap verecek durumda değilim, konu tamamen siyasidir.

-Soru: İslam Hukukunun uygulanması Anayasa'nın hangi temel ilkeleriyle çelişiyor?

-Alivizatos: Her şeyden önce insan haklarıyla, erkek ve kadın eşitliğiyle çelişiyor.

-Soru: Reşit olmayan kişilerin evlilikleri gibi bir utanç hususunda ne diyeceksiniz?

-Alivizatos: Yasa koyucunun bu husustaki doğru kararı alacağı süreye dek - er yada geç bu kararın alınacağına inanıyorum- bazı yargıçlar “hayır” diyecek cesareti kendilerinde bulacaklardır. Bu duruma bir son vereceklerdir.

-Soru: Peki ya bir erkeğin hakkı olarak kabul edilen iki eşlilik (metine aynen) konusu?

-Alivizatos: İki eşlilik, bilhassa sadece erkeğin lehine kabul edildiği durumlarda temel ilkeler ile çelişmektedir.

-Soru: Siyasiler neden bu konulara kulaklarını tıkamış durumdalar?

-Alivizatos: Kanımca insanların çoğunun bu konuyla ilgili bir bilgileri yok, biz de insanları bilgilendirmeye çalışıyoruz. Kanımca azınlığın da konuya bir insan hakları meselesi olarak bakması gerekmektedir.

-Soru: Peki ya duyulan şu “karşılıklılık” konuları? Başta Türkiye karşılıklılık ilkesinden bahsediyor.

-Alivizatos: İnsan hakları karşılıklılık ilkesine göre uygulanamaz. Bu hem hukuki, hem de ahlaki olarak geçerli değildir. Ancak rakip kendi azınlıklarını İnsan Haklarından kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmemek için kullanıyorsa, o zaman ona gerekçe vermemek için elden ne geliyorsa yapılması gerekir diye düşünüyorum.

-Soru: Ülkemizin derhal atması gereken adımlar nelerdir?

-Alivizatos: Strasburg.

Yorum: Maria Nikolau

Şer'i hükümlerin uygulanması kişilik gelişimi, mahkemelerden yararlanma, din özgürlüğü gibi Anayasa'nın İnsan Haklarıyla ilgili bölümünün dışında, ülkemizin imzalamış olduğuı BM Evrensel Beyannamesi, BM'nin uluslararası sözleşmeleri, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve ilgili protokollerini ihlal etmektedir.

Şu soru hâlâ yanıtsız: Bu hakların ihlal edilmesine kayıtsız kalarak, kadın, çocuk ve boşanmış ebeveynlerin haklarını ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar Müftülerin (hangisi olursa olsun) takdirine bırakabilir miyiz?




Hronos - Gümülcine

8 Aralık 2006


Şehrimizdeki Türk Başkonsolosluğunun ekmek elden su gölden şeklinde rahat bir hayat yaşattığı yerel “gasteciler” azınlık meselelerini devamlı gündemde tutmak amacıyla Yunan devleti tarafından çoktan çözüme kavuşturulmuş konuları geveleyip duruyorlar.

Öfkelerini saklayamayan ve “kuzuyken kurt olup” önüne geleni dalayacak, ya da Rumlara acıyıp da bu işi “anavatana” havale edecek olan bu “baskı altındaki” hemşerilerimizin baş konusu Müftülük seçimleridir.

Sözde Müftüleri korkuluk misali dolaştırmak bu heriflere yetmiyor! Bunu istemelerinin esas sebebi, kendi istediklerini yaptırmak ve Yunanistan'ın hakimiyet alanında Türkiye'nin istediğini yaptırarak, devleti küçük düşürmek, hatta rezil etmektir. Bu ağalar, yasal olarak seçilen (tayinli) Müftülerin makamlarından inmeleri, yerlerine de camilerde el kaldırılarak seçilen Müftülerin geçmeleri için hançerelerini yırtıyorlar.

Peki, neden Müftü seçiminde ne Türkiye'de ne de başka bir İslam ülkesinde uygulanmayan bu yöntem uygulansın? Yunanistan on yıllardan beri Metropolitlerin de Müftülerin de seçiminde aynı yöntemi kullanıyor; esasen bu sistem, Türkiye'nin de kullandığı sistemdir. Bu “baskı altındakiler” hangi İslam ülkesinde Müftünün böyle seçildiğini bir göstersinler bakalım! Böyle bir şey hiçbir yerde asla yoktur!

Peki, esasen çoktan çözülmüş olan bir konuda Türklerin istediklerini öne sürerek Türkiye öcüsünü neden ön plana çıkarıyorlar? Neden Yunanistan'ın Müftü seçimi konusunda bütün İslam ülkelerinin uyguladığı sistemi uygulamasına rağmen maskelerini düşürerek Yunan düşmanlıklarını gösteriyorlar?

Hedefleri nedir? Yunanistan'ı korkutmak, zor duruma düşürmek, Türkiye veya yarım yamalak bilgilerle donanmış Amerikalılarla, esasen olmayan konular hakkında kavga ettirmek mi istiyorlar? Bre Allah'tan korkmazlar, yukarıda her şeyi gören Rab var! Ondan da mı korkmuyorsunuz!